‘PAZARTESİ OYUNUNA’ HAZIR MIYIZ?
Avaz avaz susuyorduk ki, yine bu milletin inadına vazgeçmeyen kocaman yürekleriyle bir nebze olsun nefes almaya çalıştık; olağanüstü günler yaşarken, aldığımız nefesin mahcubiyetini yaşarken. Okulların açılış tarihinin ilânı ile içimizdeki beliren SOS hâli uzaklardan duyuldu, birçok uzman yanıtları-çareleri ile yanıbaşımıza dayanak oldu geldi resmen. Çok da kolay itiraf edemediğimiz büyük büyük soru işaretleri düğümlendi boğazlarımıza: ’20 Şubat Pazartesi sabahı/günü ne yapacağız? Nasıl yapacağız? Ay şunu unutursam kötü olur mu? Eyvah gözümün yaşı akarsa daha farklı etkilenirler mi? Hangi kelimelere daha çok dikkat etmeliyim? Bunu göstersem, alsam, oynasam, giysem vs farklı bir algıyı/travmayı beraberinde getirir mi?’ Eğitimciler olarak aslında kriz anında nelere göğüs gerilir, o an nasıl süper kahramanlara dönüşürüz iyi biliriz. Eve döndüğümüzde pelerini fırlatıp, derin bir oh çekip her şeyi değerlendirmeye alışığız. Ancak tepeden tırnağa en hassas ruhlara bürünmüş hâldeyiz bugünlerde. Türlü türlü tecrübelere, ne badirelere, ne acı-tatlı-gözü yaşlı- çaresiz onca hikâyeye sahip olsak da; bu dönemde sanırım ilk kez böylesine endişe-tedirginlik hâli hâkim.
Çok tatlıdır hep ‘ilk gün’ heyecânı, çokça severim. Senelerdir bunu kaç kez yaşarsak yaşayalım, her dönemin ilk günü başkadır; yepyeni hikâyelerin, taaa nerelere uzanacak bağların rahmidir. Her gün giyilmeyen, özel günlere saklanan giysiler özenle seçilir, çocukların tabiriyle ‘Ooo hocammm ama zaten hep güzelsiniz kiii’ diye, iltifatlar ardından yüreklerinin saflığı dillerinden dökülürken hep birlikte ışıldarız, en çok da gözlerimizle. Geceden uykunuz bir iki kere bölünür; ah o mide kelebekleri, iyiki varsınız, daim olun! Yeni ruhlar, yeni yüzler tanınmaya çalışılır; bu sene kimlere dokunuyorum görmek istersin bir an evvel. Öyle çok uzun sohbetlerle, mülakât gibi soru cevaplarla, herkesin ortasında yüksek sesle ebeveynlerinin mesleğini sorguladığın gaflarla tanımak, yakınlaşabilmek hiç mümkün değil.
‘Acaba bir oyun mu oynasak ya?’
‘’Ne, gerçekten mi? Tüm ders boyunca mı? Dışarı da çıkarır mısınız peki?’’ Seslerinin dansı gülüşlerinizi daha çok ısıtıyor olsun lütfen. Hani o ‘içine kapanık gibi sanırım sessiz biraz’ diye düşündüğünüz var ya, hani en arka köşe duvar dibinde oturan ya da en önde senle göz teması kurmak istemeyen; hah işte onun bile lâl hâlini bastıran parlayan gözleri şimdi görebilirsiniz! ‘Evet, evet, evet’ diyordur büyüyen gözbebekleri. Bu imkâni, vizyonu sağlayan eğitimciyi sakın ‘Yeni Nesil’ diye adlandırmayın! Başınıza yeni icat çıkarmadık anca olsa olsa en iyi ‘organik’ olma hâlidir bu. Taaa ötelere gidelim bakın Platon ne demiş: ‘Bir insanı tanımak için bir saat oyun oynamak bir yıl konuşmaktan daha iyi’ Daha fazla meâle gerek yok sanırım?
Ancak bu Pazartesi için, çocuklarımızın sadece gelişimsel özelliklerini göz önünde bulundurarak oyunlar tasarlayamayız. Her bir hamleyi, onun sonuçlarını, etkilerini hesap etmeye çalışıyorduk ki; farklı kanallardan, canlı yayınlardan alanında uzman hocalarımız imdadımıza yetişti; ‘Yalnız değiliz, bunu konuşmalıyız’ durumu bizlere iyi geldi. O meşhur sendromuyla yaftalanan Pazartesiye, depremzede olmayan öğretmenliğimizle hazır duruma geldik.
Öncelikle yine GAMFED TÜRKİYE ailesi olarak çok şanslıydık: Psikolog Yazar İlknur Aksu ve Psikolog Merve Ulusoy yardımlarıyla ‘Dert edinmeden nasıl çözüm odaklı olabilirim?’ Becerilerimizi, mindfullness teknikleriyle silkelenerek hatırlamaya çalıştık. ‘Çocuklar sınıflara farklı duygu durumundaki yükleriyle gelecekler -yine de bizden güçlü olacaklar çünkü biz gibi sorumlulukları yok- ancak siz değerli öğretmenlerimiz ilk dersten, ilk günden tüm o yükleri ortadan kaldırma baskısıyla güne başlamayın. Sert bir şekilde değil, hepimiz kademeli olarak özgürleşeceğiz. Kendimize karşı adaletli, gücümüze karşı tasarruflu, sınırlı olmalı ve tüm duyguları hafifletmek zorunda hissetmemeliyiz. Diğer bir yandan, her çocuk aynı şekilde gelmeyecek. Ailelerinden ön hazırlıklı olacaklar lâkin kimi durumu dramatize ederken kimi de etrafa neşe saçacak. Bu karışıklığa, çeşitliliğe hazır olmalıyız. Herkesin farklı tepkiler verebileceğini ya da bir kişinin gün içindeki tepkilerinin bile farklı olabileceğini aktarabilir ve sınırları kontrol edebiliriz. Sınıfa girdiğimizde duygularımızı bir kağıda yazıp çizip karalayabilir, katlayıp bir kenara bırakabilir, gün sonunda isteyen yanında götürür dileyen de çöpe atar öyle gider. Olaylara ilgili daha detaylı konuşmak isteyenlere ise dışarıda zaman ayırabilir hatta burada da kendi
gücümüzden tasarruf ederek rehberlik servislerine yönlendirme yapabiliriz.’ Peki yine başa yani bize dönersek biz ne alemdeyiz?
-Şu andaki modunuz ne?
-Zihniniz nasıl?
-Kalbiniz nasıl?
-Bedeniniz nasıl?
Hadi bakalım kaç verirsiniz kendinize 10 / 100 üzerinden ? Bu şekilde sorularla, iç değerlendirmeye sinir sistemimizin rahatlayarak tepki vereceğini söylüyor değerli hocalarımız. Hem öğrencilerimize hem de kendimize istikrar zorunluluğu dayatmamak; nasıl bedenimizi tek tip beslemek sağlıklı değilse ruhumuza da tek tip duygu yüklememek; mantıklı- mantıksız hiç farketmez keyif veren şeyleri yapabilmek bizlere yardımcı olacak. Ve şuna bayıldım; ‘sosyal medyaya flört gibi bir spor egzersizi zamanı gibi düşünerek arada bir uğramak.’
Çok değerli Dr. Işıl Boy Ergül, Dr. Kerem Dündar ve Psikolog Gizem Sürenkök ise yayınlarında ‘Duygu Çemberi’ne değindiler. Pazartesi günü depremzede olan ya da on beş gündür maruz kaldıkları haberlerin etkileriyle ikinci dereceden depremzede olan çocuklarımızla göz göze geleceğiz. O ilk anı, ilk cümleleri onların karşısında değil de öncesinde meslektaşlarımızla, okulumuzun psikolog/rehberlik servisiyle bir araya gelerek paylaşmak; öncelikle kendimizi iyileştirmek bizi güçlü hâle getirecek. Güçlü olmak bu kadar büyük, ortak bir acının içerisindeyken yok gibi yapmak, -mış gibi yapmak değil, duygusuzca normalmiş gibi davranmak, zorlama kahkahalar atmak değil.
Sevgili Doç. Dr. Mehmet Şakiroğlu da somutlaştırmalarıyla, samimiyetiyle hepimize destek oldu: ‘Öncelikle kabul. Her şeyi kabul ediyoruz. Reddetmek, yok saymak, bastırmaya çalışmak yok. Tüm yaşanan ve yaşanmaya devam eden acıyı kabul etmek daha sonra bizi hasta edebilecek düşünceleri/cümleleri olumlu olanlar ile yer değiştirmek. Sarsılan güvenlik-kendilik-inanç algılarımızı güçlendirmek, sağlama almak. Hareket eden, tekrar başlayan ve yalnız kalmayan hasta olmuyor.’
Prof. Sinan Canan da söyleşileri ardından en öz hâliyle derledi: ‘’Öncelikle imkânımız varsa birkaç dakika kendimizle baş başa kalmak, yeteneklerimizi düşünmek, en basit yapabileceklerimizle başlamak, bir insanın, çocuğun yardımına koşmak, çocuklarla güzel şeyler konuşmaya çalışmak.’
Sınıf içerisinde depremzede öğrencimiz varsa da, onu ötekileştirmeden, yaşananları tüm gerçekliğiyle kabul ederek konuşmak; hâtta kaygı ortamı oluşturabilecek sayısal verilere girmeden, yaşlarına uygun bilimsel gerçekler paylaşmak, kaderimiz değil yurdumuz olan coğrafyayı da bir nebze doğal hâliyle tanımak, ‘biz ne yapabiliriz’ gibi beyin fırtınalarının esintilerine izin verebiliriz.
Titizlikle seçtiğimiz metaforik öyküler ve tabii ki oyunlar.. Yine öğretiyoruz sanarken en çok kendimizin öğrendiği, karşılıklı şifa olacak olan, bu hayatın teneffüs hâli. Okul öncesi gruplarında, belirli düzenlere sahip oyun odalarında görevli olan eğitimciler, çocuklarımızın serbest oyunlarını gözlemleyerek onlara rehberlik edebilir. Evet, bugün ‘game’ değil ‘play’ hâlimizden bahsediyorum. Ciddi, kurallı oyunla değil; akışta olduğumuz, rahatladığımız, doğaçlama, eğlenceli oyunlar.. En kolay hâli rengarenk boyalar, hamurlar, kâğıtlar.. yine Huizinga ile Homo Ludens’e yani ‘Oyuncu İnsan’ a; özümüze-ilk hâlimize dönelim mi?
‘’Oyun, öncelikle gönüllü bir aktivitedir. Komutla oynanan oyun artık oyun değildir, olsa olsa onun zorla yapılan bir taklidi olabilir. Çocuk oynar çünkü oynamaktan keyif alır ve onda açıkça özgürlük yatmaktadır. Oyun hayata bir gevşeme olarak eşlik eder, onu tamamlar, güzelleştirir, güçlendirir bu sebeple bir gerekliliktir. En asil özellikler olan ritim ve uyum ondadır. Ele geçirir, büyüleyicidir. Ortaya bayram gibi sevinç ve eğlence hâkim olur. Oyun kendiliğinden bir şeydir.’ Tam da çocuklarımızı her hâliyle, rahatlamış, normale geçmiş, hareket ediyor şekilde tüm açıklığıyla izleme şeklidir bize. Lütfen bu güvenli alanları, bu can damarı olan teneffüsü, nefes alabilme fırsatını okullarımızda sağlayalım onlara.
O hâlde hayat bir oyunsa, Pazartesi büyük oyun varsa, buna hep birlikte omuz omuza hazır olalım! Omuz omuza demişken; yine boğazınız düğümlenir, içiniz burkulursa lütfen kötü hissetmeyin; o kocaman kalbiniz eşsiz ruhunuz için bir kez daha şükredin ve sarılın! Evet evet, bugün hiç utanmadan sıkılmadan çocuklarınıza, kurumdaki yol arkadaşlarınıza kocaman sarılın. Sarılmanın iyileştirici etkisini, nasıl stresi azalttığını, kalbinize ne denli iyi geldiğini gözlerinizin karşılıklı gülümsemesinden anladığınızda daha da kuvvetli hissedeceğinize eminim. O zaman hemen gidip minik sarılmalı bir oyun mu tasarlasak? Aklımızda olsun, cebimizde dursun 🙂
FİLİZ PEKGÜZEL – İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ
Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği mezunudur. Nörobilim ve psikoloji alanlarındaki okumalarıyla, katıldığı eğitimlerle her yaştan öğrenciyle buluşabildiği mesleğine keyifle katkı sunmakta. Gamfed Türkiye’de gururla bir oyunlaştırma gönüllüsü ve Açık Beyin Ekibinin kaptanıdır.