Hiç tost makinesinde çorba ısıtmayı denediniz mi? Denemediniz mi?
Neden?
Çünkü; tost makinesi katı gıdaları ısıtan, çoğunlukla ekmek arası tarzda yiyeceklerin yapımında kullanılan, binbir çeşit lezzeti birbirine kaynaştırarak ortaya yeni bir lezzet çıkaran, belli bir amaca hizmet eden kullanışlı bir mutfak aletidir.
Peki, çorba nedir? O da; yine çeşitli lezzetlerin bir araya gelerek sıvı ve besleyici bir şekilde, içimizi ısıtması ve sağlığımıza fayda sağlaması bakımından üretilmiş güzel bir yemek türüdür. Yani sıvı bir yemeğin katı yiyecekleri ısıtan bir mutfak aleti ile eşleşmesi mümkün olmuyor bu durumda değil mi? Evet dediğinizi duyar gibiyim. Elbette evet diyorsunuz, çünkü birbirinden bağımsız iki çeşitten bahsediyoruz. Bir arada olmaları im-kan-sız! Peki, birbiriyle uyumlu olmayan şeylerin bir arada kullanılmaması gerektiğini hepimiz biliyorken; neden aynı özeni kendi hayatlarımızda uygulamıyoruz? Gelelim asıl konumuza…
Günlük hayatta veya iş hayatında şu tarz cümlelerle sıkça karşılaşıyor musunuz? “Şimdiki aklım olsa onu öyle değil; böyle yapardım…”
“Keşke…”
“Çok pişmanım…”
“Bende şans olsa zaten… ama hiçbir şey benim elimde değil, hayat izin vermiyor…”
“Evet, şu an yaptığım şey çok sıkıcı; ama başka ne yapabilirim bilmiyorum ki…”
“Emekli olunca istediğim gibi yaşayacağım…”
Bu ve buna benzer çeşitli cümleler duyuyor veya kendiniz kullanıyorsunuz değil mi? Peki, hiç düşünüyor muyuz bu tarz cümleleri bize söyleten sebep ne?
Biraz ailesel, biraz kültürel, biraz çevresel etkenler bir araya geliyor ve bir bakıyoruz aslında hiç yapmak istemediğimiz işlerin içinde, hiç yaşamak istemediğimiz bir hayatın ortasında buluveriyoruz kendimizi. Kendi ilgi alanımız, yeteneklerimiz, becerilerimiz, bilgi birikimlerimiz gitmiş; yerine bir başkasının istekleri, değerleri gelmiş ve bir şekilde belirli bir zaman diliminin aşamalarını dolduruyor sadece. Bu durum yalnızca yaşadığımız yüzyıla ait bir konu değil, ezelden beri süregeliyor ancak son yıllardaki teknolojik gelişmeler, jenerasyon değişikliği bu tarz farkındalıkların ne kadar önemli olduğunu daha fazla gözler önüne seriyor.
İş hayatını ele alalım mesela; birçok kişinin meslek seçiminden dolayı yakındığına şahit oluruz, belki de kendimiz de o yakınan kesimin içindeyizdir. Bir kişiye yaptığın işi seviyor musun diye sorsanız zoraki sevgi sözcükleri kullanarak seviyormuş gibi yapar “Yaniiii… İş çok stresli ve yorucu daaa iştee insanlarla iletişimi seviyorum ben yaa, herhalde öyle işte… Hem başka ne yapabilirim ki?” gibi cevaplar vermesi çok olasıdır. Aslında bu cevabın çok basit bir nedeni var; bu kişi zamanında, ki bu zaman dilimi çok genç bir yaşa denk gelir, hayatta gerçekten neyi yapmak istediğinin farkında olmadığı, çevresindeki herkes ne yapıyorsa aynısını yapmak zorunda hissettiği, belki aile baskısı, belki toplum baskısı, çevre baskısı nedeniyle yöneldiği bir seçimin sonucunu yaşıyor ve kurduğu dil kalıpları da o yönde oluyor doğal olarak. Belki gün geliyor gerçekten ne istediğini fark edip harekete geçiyor,
belki de hiç farkında olmadan hayattan geçip gidiyor. Aynı şekilde işveren tarafından konuya yaklaşalım; çalışanlarını kişilikleri, eğilimleri ve becerileriyle ilgisi olmayan pozisyonlarda çalıştırmaları ve beklenti içine girmeleri de bu soruna örnek gösterilebilir. Hatta belki iş tanımının bile gerçekten yapılan iş ile tam olarak örtüşmediği, asıl olarak neyin istendiğinin tam olarak bilinmediği bir dünyadan bahsedebiliriz. Genellikle belli bir pozisyonda işe başlayan kişi zaman içerisinde kendi iş tanımının dışında da birçok sorumluluk altına alınır ve kendisinden bu sorumlulukları en doğru şekilde, eksiksiz yerine getirmesi istenir. Bu tarz yaklaşımlara sorun diyorum çünkü; özellikle yeni dünyada kişilerin kendileriyle uygun işlerde çalışmamaları, becerilerinin dışında sorumlulukların ve beklentilerin olması, istek ve arzularına uygun yaşam biçimi kuramamaları; büyük kişisel problemlere, ardından da toplumsal boyutta problemlere sebep olmakta. Bu durum tam olarak yazının başında bahsettiğim tost makinesinde çorba yapmaya çalışmakla eşdeğer. Çorbayı tost makinesine koyduğunuzda kenarlardan dökülür ve her yer batar. Tost makinesi ise kapakları kapandığında ısıtacak katı bir şey bulamadığı için işlevini yapamaz. Yani kişi kendi istekleri ve zevkleri ileörtüşmeyen bir yaşamın içinde olduğu zaman keyifsiz olması kaçınılmazdır ya da ilgi alanlarıyla uyumsuz bir işte çalıştığında o işletmeye, işin tanımına fayda sağlamayarak hatta belki zarar vererek herkes için negatif süreçler oluşturur. İşletme ise yanlış beklentilere girerek belki de kişiyi daha olumsuz süreçlere sürükleyecek olaylara sebep olur. Bu olumsuz süreçler iş ve kişisel hayatların ötesinde, bireysel ve kolektif her alana yansır. Tam bir kısırdöngü değil mi? Ancak bu döngünün de günün birinde kırılması, aydınlanması, doğru olana yönelmesi gerekiyor! Ya da gerekmeli! En azından değişime adapte olmayı, gelişmeyi ve çağa uyumlanmayı önemsiyorsak “Gerekmeli!” sözcüğü daha uygun bir kullanım olacaktır.
Peki, nasıl?
Haydi Tost makinesinin “T”sinden başlayarak en önemli kelimemizi yazalım: Tespit.
Doktor teşhis konmamış bir hastalığı tedavi edebilir mi? Özellike pandemi dönemini de deneyimlemiş insanlar olarak hepimiz gördük ki tespit olmadan tedavi de pek mümkün değil. Açıklamak gerekirse; kim olduğumuzu, nelerden hoşlandığımızı, neleri sevmediğimizi, hayattan ne istediğimizi, bizi biz yapan değerlerin ne olduğunu, bilinçaltımızda oluşan gizli inanç kalıplarını detaylıca düşünüp, tespit etmek; ardından buna göre arayışa girmek birinci anahtarımız.
Çorbanın “Ç”si ile ikinci önemli kelimemizi yazalım: Çaba.
Kendimize, çevremizde olan bitene, kısacası her şeye dair gerekli düşünmeleri yaptık, araştırdık, sorguladık ve sonunda tespit ettik. Eee? Şimdi ne olacak? İşimiz sadece tespit etmeyle kalmıyor, biraz hareket, biraz enerji, biraz motivasyon lazım ve hepsinden önemlisi tespit ettiğimiz, ilerlemek istediğimiz yolda çaba göstermek lazım. Sorunu zihnimizde çözmek, hayali bir düzlemde yaşamak maalesef gerçek hayatla örtüşmüyor. Hayallerimizde hepimiz kahramanızdır ancak yeryüzüne indiğimizde işler birazcık değişkenlik gösteriyor. Hareketler dünyasında isteklerimizi elde edebilmek için eyleme geçerek, inandığımız yolda hiç durmadan ve en önemlisi asla pes etmeden çaba göstermek gerekiyor. Kulağa uğraştırıcı geliyor olabilir ama işin içindeyken emin olun acıyı hissetmezsiniz… Hem acıdan da önemlisi, istediğiniz sonuca kavuştuğunuzda elde ettiğiniz doygun yaşanmışlık hissi paha biçilemez!
O halde tespit ve çaba bütün yaşam döngümüzün en önemli anahtarını oluşturuyor. Hayatın hangi alanında olduğumuz önemli değil; iş hayatında bir çalışan veya işveren, aile hayatında, sosyal hayatta, sadece kendimizle kaldığımız bireysel hayatımızda… Fark etmez, her durumda sonuç aynı olacaktır. Kişilere ne verebileceğini ve onlardan ne almak istediğini tam olarak tanımlayabilen yeni dünya düzeni, buna karşılık kendini tanılmayabilen bireyler ve hepsinin en üzerinde yer alan daha dengeli bir toplum yapısı… Her şey bir yapboz parçası gibi birbirini tamamlıyor. İşte bütün mesele bu!
Ulaşılması güç bir hedef ve zorlu engeller yok önümüzde sanki, ne dersiniz? Böyle söyleyince daha bir naif geliyor kulağa, hele ki işin içine yemek ile ilgili sözcükler girince daha çekici değil mi?
Öyleyse; uyumlu, dengeli, huzurlu, başarılı ve tatminkar bir hayatı elde etmenin tek bir yöntemi var; tost makinesinde çorba yapmamak!
Ceyda Ilgaz / Yaratıcı Drama Eğitmeni ve Oyunlaştırma Çırağı
cilgaz.egitim@gmail.com
Müthiş bir metafor